4. Kızın tebessümü.
5.
1) Genç kaç yaşındaydı?
Genç yirmi yaşındaydı.
2) Onun ailesinde kimler vardı?
Onun aileinde annesi ve kız kardeşi vardı.
3) Annesiyle yazı nerede geçirdiler?
Annesiyle yazı Boğaziçinde geçirdiler.
4) Neden bu yazı orada geçirdiler?
Bu yazı orada geçirdiler çünkü doktorlar bunu önermiştiler.
5) Kızla nasıl tanıştı?
Arkadaşları, vapurda onları tanıştırdılar.
Kediler
Hanım! En son yanıtını isterim: Ya ben, ya kediler!
Kediler!
Bir kocanın ümitsizliğe kapılması, bir kadının kararsız hevesleri, evlilik sarayının çöküşü, hep bu konuşmadaydı.
Kediler! Öyle mi? Demek ki otuz üç yıllık tek vücut olmuş beraberliğin neticesi, evlilik bilmecesinin çözümü, bu yanıt oluyor. Otuz üç sene önce, evliliğin ilk aylarında, bunu duysaydı[5]! Kendisinin kedilere, her türlü mana ve güzelliklerden yoksun, keyfî bir isteğe feda olundu. İnsanlık değerlerini ve karı kocalık şerefini ayaklar altına almak demektir. Artık bu duruma bir son vermeye karar verdi.
Zavallı koca! Yirmi otuz kedi onu rahatsız ederler. Bu sıkıntılardan artık bıkıp usandı. Evin içinde, ev sahibinden çok ev sahibiymiş gibi yürürler. Kuyruklarını kaldırıp bu mutsuz kocaya aşağılama ile bakarlar. Bu kibirli hayvanlar, kanepelerini işgal eder, koltuk kenarında uyurlar. O senenin soğuk kışında ısınmak için ateşin karşısında yatarak düşünürler. Odalarında kulak tırmalayan sesleriyle kavga ederlerdi. Küstah tavırlarını günden güne arttırır. Çoğalan kediler, bu adama evinde oturmak için bir yer bırakmamaya başladılar.
Bir sabah, çok erken uyandı ve iyi bir kahvaltı etmek için küçük odasına çekildi. Sokakta bir takım çocukların ağladığını duyarak pencereden dışarı baktı. Meğer kedilerin kavga sesleriymiş. Bunu anlayınca, büyük bir öfkeyle sandalyesine oturdu. Kaşının üst kısmı ve çenesi geriye doğru çekik, büyük ve biraz patlak gözleriyle bir arama hâli alan yüzünü iki yana döndürerek şaşkınlıkla çevresine bakınıyordu. Çünkü, kedinin biri ekmeğini çaldı, öteki sütlü kahvesini içti, öteki de fincanını kırdı. Kendi kendisine ümitsizlik ve şaşkınlıkla, Kime dert anlatmalı! Bu kibirli, vefasız, nankör hayvanların, kadınlar elbet de taraftarı olur. Zâten kedi, kadındır diyordu.
Bir gün böyle boşu boşuna yok oluyor. Üzüntüyle başını eline dayayarak pencerenin önünde oturdu. İşte orada, duvarın altında, kahvesini içen, ekmeğini çalan, fincanım kıran, kendisini sabah keyfinden eden; evinde bütün rahat ve huzurunu ele geçiren kediler. Siyah, kar gibi beyaz, sarı benekli, parlak renkleri ve her an ve saniye renkleri değişen ışıklı gözleri. Ön ayaklarını önce ağızlarına götürüp kadınlara ait işveli bir tavırla yüzlerini temizleyerek, bir gönül rahatlığıyla sabah kahvaltısını sindiriyorlar ve öğle yemeğine hazırlanıyorlar. O anda gözlerde bir gökkuşağı meydana getiriyor.
Evin hanımı kendisine bu yırtıcı hayvanları tercih etti. Onların ilgisiz hâlleri, öfkesine dokunarak sofaya çıktı. Orada, merdivenin orta basamaklarında, beyaz kedi vardı. Onun bıyıkları, yüzü, başı, siyah lekelere boyandı. Onu görür görmez, Kahvemi sen içtin! Fincanımı sen kırdın! Öyle mi? diyerek odasından bastonunu aldıktan sonra ayaklarının ucuna basarak yavaş yavaş kedinin yanına sokuldu. İntikamını almak istedi. Bastonunu kaldırdı. Kedi kımıldıyor; kaçacak. Değneğini şiddetle üzerine indirir indirmez, pek hızlı hareket edebilen bu haylaz hemen sıçradı. Adamın ayağı kaydı. O büyük bir gürültü ile merdivenlerden aşağı yuvarlandı. Merdivenin altında karısı karşısına çıktı. Kolunun sızladığından yakındı. Eşi ise Hiç kediye öyle vurulur mu? Ya bir yeri kırılsaydı deyince, zavallı herif şiddet ve öfkeyle, Ben sana şimdi gösteririm! diyerek odasına çıktı. Hanımı da kendisini izleyerek büyük bir sakinlik ve yumuşaklıkla diyordu ki; Ne yapacaksın? Ne yapabilirsin? Söyle de ben de anlayayım?
Hanımının yüzüne çevirerek, Ne mi yapabilirim! Kaymakamlığa başvuracağım. Senin kedilerinden, yiyecek çalma, malımı zorla ele geçirme, eve saldırma dâvasına teşebbüs edeceğim. Bakalım, o zaman bu hırsızların, bu haydutların bir tanesini burada görebilir misin?
Paltosunu, şapkasını giydi. Kapıyı şiddetle çekerek evden çıkıp gitti.
Kaymakam beyefendi dert anlamıyor! Rossininin torunlarından biri bu müzisyen İtalyalı hürmet ve adalet ister. Bu şanssız koca, haklılığı konusundaki düşüncelerini ve adalet arayan yakınmalarını karşısındakinin zihnine sokabilmek için jimnastik yapar gibi ellerini kaldırıyordu. Buar tavır ve hareketler bir acemi aktörü kıskandıracak. Böyle hakikati anlatmaya çalışıyordu, ama başaramadı. Bunu anlayınca, öfkeyle Adalar kaymakamı beyefendiye, Herkesin karısının kaşına, gözüne, yürüyüşüne, giyinişine dikkat ediyorsunuz da, benimkinin şu münasebetsiz sevgisine, şu zararlı hayvanlarına karışmayı niçin reddediyorsunuz? yakınmasıyla, ümitsizce evine dönüyordu.
Evine döndü. Karısı kocasına inme ineceği korkusundan dehşete kapıldı. Titremeye başladı, altmış yıllık başını sallayarak, naz ve işve ile bir gözünü süzerek tebessüm eder gibi, Sen memnun ol ki ben kedileri seviyorum! Ya bunların yerine herifleri sevsem[6] dedi. Bu düşünce, parlak göründü. Kocasına hemen hemen hak verdiriyordu. O gece sitemli bir tavırla hiç bir söz söylemeyerek yatağına girdi. Laf aramızda bu tebessüm, bu aşk imâsı, bu işve, bu okşayıcı davranış, kocasının ümitsizlik ve öfkesini epeyce giderdi. Yatağına çekilip birden bire acı hissediyordu. Telâş ve yürek çarpıntısı ile yorganını kaldırıp o büyük gözleriyle baktı. Kedi! Hem de sabah kahvesini beyaz kedi içiyor! Bu evde kendisine başını dinlemek için hiç bir yer bırakmayan kediler, sonunda karısını da elinden aldılar.
Gece yarısı kesin bir karar verdi. Sabahleyin erken kalkarak ne kadar eşyalarını bir sandığa koyup aşağıya, taşlığa indirdi. Arkasına paltosunu, başına şapkasını giyerek sandığın üstünde oturdu. İşte o zaman, Ya ben, ya kediler? sorusunu sordu. Kediler! yanıtını aldı. Bu cevap kendisini ümitsizliğe düşürdü.
Elveda! Elveda! Artık bir daha dönmemek üzere yola çıktı. Hüzünlü, düşünceli bir hâl ile küçüklü büyüklü bir takım evlerle dükkânlardan müteşekkil çarşıdan geçiyordu.
Sokağın ortasında çıplak ayaklı, yırtık elbiseli bir takım sefil çocuklar bağıra çağıra oynuyorlardı. Onları dalgın dalgın izledi. Sonra sadaka vermek istedi, ama ceplerini birer birer karıştırıp yine belki de içinde hiç bir şey bulamadı, bu yüzden yoluna devam etti. Biraz ötede, sokakta, meyhanede laternanın çevresinde birçok kişi Adanın sokaklarını çınlatıyorlar, topluluk hâlinde dans ediyorlar, nişanlı kızların diliyle sevgililerine aşklarını ifade ediyorlardı.
Corcı, Corci, Çorca kim,
Nisahiro, pulakimo!
Sarkışını söylüyorlardı. Zavallı koca kendisini ümitsizlik ve hüzünlü vaziyette bulundu. Bu kadın kahkahalarının şamatası arasından geçerek, o geceyi geçirmek için bir sığınak arama konusunda kararsız olarak her yere bakan gözlerine pırıltılarla dolu göründü.
Hava güzel, rüzgâr dingin, Marmara lâcivertti. Bir daha dönmeyecek; buna karar verdi! Otuz üç yıllık evlilik bağı koptu, artık bir başına kaldı. Şu yalnızlık tesirli değil mi? Otuz üç yıldan sonra her yerde, her şeye karşı yalnız! Bu geniş denize, bu uzak ufuklara karşı yapayalnız! Hattâ gökyüzü bile, o lâcivert gözleriyle kendisine acır gibi bakıyordu. Derin düşünceler içinde biraz deniz kıyısına doğru inmek istiyordu, bir kedi görünce hemen yolunu değiştirdi. Yörükaliye (Büyükadada bir koy) vardı. Epey zaman deniz yüzünden aşk sarhoşluğu içine dalıp gidiyordu. Gerçeğin hayâl kırıcı eli bütün vücudunu sarsarak sersemlik hâlinden uyandırdı.