Haydi, diye düşündü, biraz daha yakınlaşmamız gerek.
İmparatorluk askerlerinden biri nedensiz yere dönüp ve suya bakınca Erec’in kalbi duracak gibi oldu. Adam şaşkınlıkla gözlerini kıstı. Onları görecekti, ama daha çok erkendi. Henüz menzile girmemişlerdi.
Yanında olan Alistair de bunu gördü. Erec savaşa erken başlamaları için emir veremeden, Alistair ayağa kalktı ve gayet sakin ve kendine güvenen bir ifadeyle avucunu havaya kaldırdı. Avucunda sarı renkli bir top belirdi. Kolunu geriye çekip öne doğru savurdu.
Erec ışık küresinin tepelerine yükselip bir gökkuşağı gibi aşağı süzülüşünü ve üstlerine gelişini hayretle izledi. Çok geçmeden, bir pus belirdi, görüş alalarını kapattı ve onları İmparatorluğun gözlerinden korudu.
İmparatorluk askeri şaşkınlıkla pusa bakarak nerede olduklarını görmeye çalıştı. Erec döndü ve bir kez Alistair’in yardımı olmadan başlarının dertte olacağını fark ederek ona gülümsedi.
Erec’in filosu tamamıyla gözlerden gizlenmiş bir halde yol almaya devam etti e Erec Alistair’e minnetle baktı.
“Avucun kılıcımdan daha güçlü, leydim,” dedi eğilip.
Alistair gülümsedi.
“Bu, hala senin kazanman gereken savaş,” dedi.
Rüzgârlar onları daha da yakınlara taşıdı. Erec adamlarının hepsinin oklarını ve mızraklarını fırlatmak için sabırsızlandıklarını gördü. Bunu gayet iyi anlıyordu, çünkü onun da mızrağını tutan avucu kaşınıyordu.
“Daha değil,” diye fısıldadı adamlarına.
Pusların arasından geçerlerken, Erec İmparatorluk askerlerini şöyle bir görebildi. Siperlerinde duruyorlardı ve kasları güneşin altında parıldıyordu. Kırbaçlarını havaya kaldırıp köylülerin üstüne indiriyorlardı ve kırbaçlarının sesleri ta gemiden bile duyuluyordu. Diğer askerler durup nehre baktılar; nöbet tutan asker dikkatlerini çekmişti ve bir şey olmasını beklermiş gibi şüpheyle pusa bakıyorlardı.
Erec artık onlara çok yaklaşmıştı; gemileri ancak otuz metre kadar ötedeydi ve kalp atışları kulaklarında çınlıyordu. Alistair’in pusu dağılmaya başlayınca, artık saldırmaları gerektiğini anladı.
“Okçular!” diye bağırdı. “Oklarınızı fırlatın!”
Düzinelerce okçu filosunun dört bir anıdan nişan alıp oklarını fırlattı.
Gökyüzü aniden yaylardan fırlayan ve havada süzülen okların sesiyle doldu. Gök ölümcül uçları olan bir ok bulutuyla karardı ve oklar havada geniş bir kavis çizerek İmparatorluk kıyısına doğru düşüşe geçti. Birkaç saniye sonra, düşman askerlerinin çığlıkları duyuldu. Ölümcül ok bulutu ufak kaleyi koruyan askerlere isabet etti. Böylece, savaş başladı.
Her yerde borazanlar öttü ve İmparatorluk garnizonu tetiğe geçip kendisini savunmaya koyuldu.
“MIZRAKLAR!” diye bağırdı Erec.
Ayağa kalkıp mızrağını ilk fırlatan Strom oldu. Güzel gümüş mızrağı havada ıslık çalarak süzüldü ve müthiş bir hızla uçtuktan sonra İmparatorluk komutanın kalbine saplanıp onu gafil avladı.
Erec topuklarının üstünde dönüp altın mızrağını fırlattı ve ufak kalenin diğer tarafındaki bir İmparatorluk komutanını daha öldürdü. Filosundaki askerlerin tamamı savaşa katıldı. Mızraklarını fırlatıp kaçmak için bile zor fırsat bulan şaşkın İmparatorluk askerlerini avlamaya başladı.
Düzinelerce düşman askeri öldü ve Erec ilk saldırının başarılı olduğunu anladı; ama daha yüzlerce asker vardı. Erec’in gemisi dururken ve kıyıya biraz değerken, tek teke savaşma vaktinin geldiğini de anladı.
“SALDIRIN!” diye bağırdı.
Erec kılıcını kaptığı gibi tırabzanlara sıçradı ve İmparatorluğun kumlu kıyılarına düşmeden havada birkaç metre süzüldü. Yüzlerce adamı da etrafına kondu. Hep birlikte İmparatorluğun oklarından ve mızraklarından kaçarak kıyıya dağıldılar. Pusun arasından İmparatorluğun ufak kalesinin bulunduğu kumluk açık alana daldılar. İmparatorluk askerleri de öne fırlayıp onları karşıladı
İri yarı bir İmparatorluk askeri çığlık atarak ve baltasını kaldırıp yanlamasına başına savurunca, Erec darbeyi savuşturmaya hazırlandı. Eğildi, adamı böğründen bıçakladı ve yoluna devam etti. Savaş içgüdüleri devreye giren Erec bir başka askeri kalbinden bıçakladı, bir başkasının balta darbesinden yana adım atarak kaçtı ve hızla kendi etrafında dönüp kılıcını adamın göğsüne sapladı. Bir başka asker ona arkadan saldırınca, Erec arkasına dönmeden onu böbreğinden dirsekledi ve adamın dizlerinin üstüne düşmesine neden oldu.
Erec askerlerin arasından savaş alanındaki herkesten hızlı, atik ve güçlü bir biçimde koşarak askerlerine yol gösterdi. Adamları İmparatorluk askerlerini teker teker kesip biçerek ufak kaleye doğru ilerledi. Savaş hararetlendi, teke tek hale geldi. Onların ki misli olan o İmparatorluk askerleri azılı rakiplerdi. Erec birçok adamının etrafında yere yığılmasını üzüntüyle izledi.
Ama yanında Strom’la birlikte kararlılıkla şimşek gibi ilerledi ve iki yandan saldıran askerlerden kaçtı. Kumsalda cehennemden fırlamış bir şeytan gibi koştu.
Çok geçmeden, işleri bitti. Düşman askerleri kumların üstünde cansız yatıyordu ve cesetlerle dolu olan kumsalı kırmızıya boyamak üzereydi. Cesetlerin çoğu İmparatorluk askerlerine aitti. Ama aralarında çok sayıda Erec’in adamı da vardı.
Öfkeyle dolan Erec hala askerlerle kaynayan ufak kaleye doğru saldırıya geçti. Kalenin kenarındaki taş basamaklara tırmandı ve peşinde askerleriyle birlikte ilerlerken yukarıdan ona doğru gelen bir askerle karşılaştı. Asker kafasına iki bıçaklı bir baltayı indiremeden, onu kalbinden bıçakladı. Yana çekildi ve ölen asker yanındaki basamaklardan yuvarlanarak aşağı düştü. Bir başka asker belirdi ve Erec bir şey yapamadan ona kılıcını savurdu. Strom öne fırladı ve kılıçlardan yükselen metalik sesler ve kıvılcımlar arasında darbenin ağabeyine inmesini engelledi. Sonra, askeri kılıcının sapıyla itti, dengesini kaybetmesine neden oldu ve adamı çığlıklar arasında aşağı attı.
Erec basamakları dörder dörder çıkıp yoluna devam etti ve en sonunda ufak taş kalenin en üst seviyesine ulaştı. O seviyede kalan düzinelerce İmparatorluk askeri o sırada korkudan tir tir titriyordu. Kardeşlerinin nasıl öldüğünü görmüşlerdi. Erec’le adamlarının o seviyeye çıktıklarını görünce, hepsi arkasını döndüğü gibi kaçmaya başladı. Ufak kalenin en uç kısmına doğru hızla koştular ve köy sokaklarına daldılar… Sokaklara çıktıkları anda da bir sürprizle karşılaştılar: Köylüler cesaret kazanmışlardı. Korku dolu ifadelerinin yerini tek bir öfke ifadesi almıştı. Köylüler tek bir beden gibi saldırıya geçtiler. Onları köle olarak çalıştıran İmparatorluk efendilerine isyan ederek kırbaçları ellerinden kaptılar ve aksi yöne doğru koşarak kaçmaya çalışan askerleri kırbaçlamaya koyuldular.
İmparatorluk askerleri gafil avlanmıştı. Teker teker kölelerin kırbaçlarına yenik düştüler. Köleler askerler yere yığılana dek onları tekrar tekrar kırbaçladılar. En sonunda, yere yığılan askerler hareketsiz kaldı. Adalet yerini bulmuştu.
Erec ufak kalenin tepesinde nefes nefese, yanında adamlarıyla durdu ve sessizliği diledi. Savaş sona ermişti. Aşağıdaki şaşkın köylülerin olanları idrak etmesi birkaç saniye sürdü, ama çok geçmeden herkes ne yaptığını anladı.
Köylüler teker teker sevinçle bağırmaya başladılar. Göğe muhteşem sevinç çığlıkları yayılırken ve sesler giderek artarken, suratlarını da büyük bir mutluluk ifadesi kapladı. Bunlar özgürlüğün sesleriydi. Erec bunun harcadıkları çabaya değdiğini biliyordu. Yiğitliğin böyle bir şey olduğunu biliyordu.