Морган Райс - Kraliçelerin Yönetimi стр 5.

Шрифт
Фон

Reis direğe, sonra gemiye uzun uzun baktı. Gwen etrafına bakınıp o alanı inceledi ve sık bir bitki örtüsüyle çevrili gizli bir limana kadar çekildiklerini gördü. Arkalarına baktığında açık denizi görünce, adamın haklı olduğunu anladı.

Reis ona bakıp başını salladı.

“Halkını kurtarmak istiyor musun?”

Gwen hararetle evet der gibi başını salladı.

“Evet.”

Reis de ona başını salladı.

“Liderlerin zor kararlar vermesi gerekir,” dedi. “Şimdi, sıra sana geldi. Bizimle kalmak istiyorsunuz, ama gemimiz hepimizin öldürülmesine neden olur. Halkınızı kıyıya memnuniyetle alırız, ama geminiz burada kalamaz.  Onu yakmanız gerek. Sizi sonra buraya alırız.”

Gwendolyn orada reisin karşısında durdu ve gemiyi yakmaları gerekeceğini düşününce yüreği sızladı. Gemisine, denizi aşmalarını sağlayan, halkının dünyanın öteki ucuna götürmeyi başaran gemiye bakınca yüreği parçalandı. Zihninden bir sürü zıt his geçti. Gemi tek çıkış yollarıydı.

Ama bir yandan da neden çıkış yoluydu? Sonsuz bir ölüm okyanusuna mı geri döneceklerdi? Halkı ayakta bile zor duruyordu ve toparlanmaları gerekiyordu. Barınacak ve sığınacak bir limana ihtiyaçları vardı. O gemiyi yakarak hayatlarını kurtaracaklarsa, öyle yapacaklardı. Denize tekrar açılmaya karar verirlerse, o zaman  başka bir gemi bulur, ya da başka bir gemi inşa edip yamaları gerekeni yaparlardı. O an için, hayatta kalmaları gerekiyordu. En önemli şey buydu.

Gwendolyn ona bakıp hüzünle tamam der gibi başını salladı.

“Öyle olsun,” dedi.

Bokbu ona daha büyük bir saygıyla başını salladı. Sonra, dönüp bir emir verdi ve etrafındaki bütün adamlar harekete geçti. Geminin dört bir köşesine dağılıp onları rampadan aşağıdaki kumlu kumsala indirdiler. Gwen durup Godfrey, Kendrick, Brandt, Atme, Aberthol, Illepra, Sandara ve dünyada en çok sevdiği diğer kişilerin yanından geçişini izledi.

Gemideki herkes inene dek bekledi. Geride bir tek kendisi ve yanından ayrılmayan Krohn ve sessizce bekleyen reis kaldı.

Bokbu’nun elinde adamlarından birinin verdiği yanan bir meşale vardı. Meşaleyi tam gemiye değdirmek üzereydi.

“Hayır,” dedi Gwen uzanıp bileğini tutarak.

Bokbu şaşkınlıkla ona baktı.

“Bir lider kendi gemisini kendisi yok etmeli.”

Gwen dikkatle ağır ve yanan meşaleyi elinden aldı, arkasına döndü ve bir damla gözyaşını silerek meşaleyi güvertede duran bir kanvasa tuttu.

Orada durdu ve kanvasın alev alışını, alevlerin giderek her yere yayılıp gemiyi sarışını izledi.

Meşaleyi bıraktı; sıcaklık fazla hızlı artıyordu. Döndü ve peşinde Krohn ve Bokbu’yla birlikte rampadan kumsala, yeni evine, dünyada geriye kalan tek yere indi.

Yabancı ormanda etrafına bakarken, tanımadığı hayvanların ve kuşların tuhaf çığlıklarını duydu. Bir tek şunu düşünebildi:

Orada kendilerine bir yuva kurabilirler miydi?

BEŞİNCİ BÖLÜM

Alistair dizleri soğuktan titrer halde taç zemine çömeldi ve ilk güneşin ilk ışıkları Güney Adalarına yayılıp dağları ve vadileri yumuşak bir parıltıyla aydınlatırken manzaraya baktı. Tahtalara prangalanmış bir halde ellerinin ve dizlerinin üstüne çökerken, elleri titredi ve boynunu ondan önce sayısız kişinin dayadığı yere dayadı. Aşağı bakınca, tahtanın üstündeki kan lekelerini, keskin bıçakların daha önceden indiği yerdeki oyukları gördü. Boynu tahtaya değerken bunun trajik enerjisini, ondan önce öldürülmüş kişilerin son anlarını ve son duyguları hissetti. Kalbi büyük bir hüzünle doldu.

Alistair gururla başını kaldırıp son güneşinin doğuşunu, yeni bir şafağın söküşünü izledi ve bunu bir daha izlemek için hayatta kalamayacak olmasının yarattığı o inanmazlığı hissetti. Güneşin doğuşuna hiç olmadığı kadar büyük bir değer vererek baktı. O serin sabahın hafif esintisi arasında Güney Adaları her zamankinden daha güzeldi; gördüğü her yerden güzeldi. O verimli yerdeki ağaçlarda turuncu, kırmızı, pembe ve mor tomurcuklarla kaplıydı ve dallarından enfes meyveler sarkıyordu. Mor renkli sabah kuşları ve iri turuncu renkli arılar çoktan vızıldıyor, çiçeklerin tatlı kokusu etrafını sarıyordu. Puslar ışıkta parıldıyor, her şeye büyülü bir his katıyordu. Hiçbir yere o kadar bağlanmamıştı; sonsuza dek mutlu olarak yaşayabileceği bir yer olduğunu biliyordu.

Alistair taş zeminde ayak sesleri duydu ve başını kaldırınca Bowyer’ın yaklaştığını, kocaman çizmelerini sürte sürte tepesine dikildiğini gördü. Elinde çift başlı kocaman bir balta vardı ve bunun gevşekçe elinde tutarken, kaşlarını çatmış ona bakıyordu.

Alistair onun ardında yüzlerce ona sadık Güney Adalının dizildiğini, geniş taş meydanda etraflarında kocaman bir daire oluşturduklarını gördü. Hepsi de ondan en az yirmi metre uzaktaydı ve kendisiyle Bowyer geniş bir açıklık alanda yalnız kalmışlardı. Kanlar etrafa sıçradığında, kimse oraya yakın olmak istemiyordu.

Bowyer kaşınan parmaklarındaki baltayı o işi bitirmeye hevesli bir edayla tutuyordu. Alistair onun bakışlarından kral olmayı ne kadar çok istediğini anlıyordu.

Alistair tek bir şeye memnundu: O durum ne kadar adaletsiz olsa da, fedakarlığı Erec’in yaşamasını sağlayacaktı. Bu da onun için kendi hayatından daha önemliydi.

Bowyer öne çıktı, ona eğildi ve başkasının duyamayacağı bir biçimde fısıldadı:

“Merak etme, ölüm darben temiz olacak,” dedi leş gibi nefesini boynuna üfleyerek. “Erec’inki de öyle olacak.”

Alistair panikle ve şaşkınlıkla ona baktı.

Bowyer ona bakıp gülümsedi; başkasının göremeyeceği, hafif mi hafif bir gülümsemeydi.

“Doğru,” diye fısıldadı. “Bugün olmayabilir, daha aylar boyunca olmayabilir. Ama bir gün, bunu hiç beklemediği bir anda kocan bıçağımı sırtında bulacak. Seni cehenneme yollamadan önce bilmeni istedim.”

Bowyer geriye doğru iki adım attı, baltasının sağını sıkıca tuttu ve darbe indirmeye hazırlanarak boynunu çıtlattı.

Alistair orada diz çökmüş halde dururken, bu adamın ne kadar kötü olduğunu fark etti ve kalbi gümbür gümbür attı. Bowyer sadece hırslı değildi, aynı zamanda bir ödlek ve bir yalancıydı.

“Onu serbest bırak!” dedi birisi aniden sabahın sessizliğini bölerek.

Alistair de mümkün olduğunca döndü ve iki kişinin kalabalığı aniden yarıp bir karmaşa yaratarak açıklık alanın kenarına geldiğini gördü. Ama Bowyer’ın iri elleri onları engelledi. Alistair Erec’in annesiyle kız kardeşinin çılgınca birer ifadeyle oraya geldiklerini görünce hem şok geçirdi, hem de minnet hissetti.

“O, masum!” diye bağırdı Erec’in annesi. “Onu öldürmemelisin!”

“Bir kadını öldürebilir misin?” diye bağırdı Dauphine. “O, bir yabancı. Onu bırak. Vatanına geri yolla. Bizim işlerimize karışması gerekmiyor.”

Bowyer onlara dönüp kükredi:

“O, kraliçemiz olmayı istemiş bir yabancı. Eski kralımızı öldürmeye çalıştı.”

“Sen bir yalancısın!” diye bağırdı Erec’in annesi. “Doğruluk çeşmesinden bir duyum bile içemezsin!”

Bowyer kalabalıktakilerin suratlarına baktı.

“Burada iddiama karşı gelmeye cüret eden birisi var mı?” diye bağırdı meydan okur gibi herkese bakarak.

Alistair umutla etrafına bakındı,ü ama adamların, birçoğu Bowyer’ın kabilesinden olan o cesur savaşçıların birçoğu başlarını eğdi. Kimse onunla savaşmaya istekli değildi.

“Ben sizlerin şampiyonuyum,” diye kükredi Bowyer. “Turnuva gününde, tüm rakiplerimi yendim. Burada beni yenebilecek kimse yok. Kimse. Varsa, öne çıkması için ona meydan okuyorum.”

“Erec haricinde kimse yok!” diye bağırdı Dauphine.

Bowyer dönüp kaşlarını çatarak ona baktı.

“Peki, şu anda nerede? Ölüm döşeğinde. Biz Güney Adalılar bir kral olarak sakat bir adamı kabul edemeyiz. Kralınız benim. En iyi ikinci şampiyonunuzum. Bu adanın kurallarıyla seçildim. Tıpkı babamın babasının Erec’in babasının kral olmasından önce olduğu gibi.”

Ваша оценка очень важна

0
Шрифт
Фон

Помогите Вашим друзьям узнать о библиотеке

Скачать книгу

Если нет возможности читать онлайн, скачайте книгу файлом для электронной книжки и читайте офлайн.

fb2.zip txt txt.zip rtf.zip a4.pdf a6.pdf mobi.prc epub ios.epub fb3

Популярные книги автора