Caitlin boynunun yanında tatsız, zonklayan bir ağrı his- setti. Isırıldığı yer burası olmalıydı. Bunu kendisi istemişti, bunun için yalvarmıştı.
Fakat şimdiki hissettiklerine bakılırsa bunun doğru bir karar olup olmadığından emin olamıyordu. İyi hissetmiyor- du. Damarlarında dolaşan buz gibi soğuk kanı duyumsuyor- du. Sanki ölmüş de bir sonraki adıma geçememiş gibiydi, tam orada sıkışmış gibi.
Her şeyden çok, acı hissediyordu. Sağ alt karnında ve mi- desinde tatsız, zonklayan bir acı vardı. Bıçaklandığı yer orası olmalıydı.
“Şu an yaşadıkların normal” dedi Caleb yumuşak bir şekilde. “Korkma. Hepimiz ilk dönüştürülüşümüzde bunu yaşarız. Daha iyi olacak. Sana söz veriyorum. Acı geçe- cek.”
Caitlin gülümsemek ve uzanıp onun yüzünü okşamak istedi. Sesi dünyadaki her şeyi kusursuz hale getiriyordu. Tüm bunlara değdiğini hissettiriyordu. Artık sonsuza kadar onunla olabilirdi ve bu ona umut veriyordu.
Fakat çok yorgundu. Vücudu beyninin istediği şeye yanıt vermiyordu. Dudaklarının kıvrılmasını sağlayamıyor ve eli- ni kaldıracak gücü toplayamıyordu. Tekrar uykuya daldığını hissetti.
Birden düşünceleri tekrar değişti ve tak diye onu uyan- dırdı. Kılıç… bir ara orada duruyordu ve sonra… çalınmıştı. Şimdi kimdeydi ki?
Sonra kardeşini, Sam’i hatırladı. Bayılmıştı. Sonra o vam- pir tarafından götürülmüştü. Ona ne olmuştu? Şimdi gü- vende miydi?
Ve Caleb. Niye buradaydı? Oysa onları durdurmak için kılıcın peşinden gitmiş olmalıydı. Sırf onun yüzünden mi buradaydı? Her şeyi sırf onun yanında kalmak için feda mı ediyordu?
Kafasında sorular soruları kovaladı.
Var olan gücünü son kırıntısına kadar toplayıp dudakla- rını ufacık da olsa araladı.
“Kılıç” diyebildi, boğazı o kadar kuruydu ki canı acıyor- du. “Gitmelisin…” diye ekledi. “Gidip onu…”
“Hişş” dedi Caleb. “Dinlen sadece.”
Daha fazlasını söylemek istedi. Çok daha fazlasını. Ona onu ne kadar sevdiğini söylemek istedi, ne kadar minnettar olduğunu da. Nasıl asla yanından ayrılmayacağını umduğu- nu anlatmak istedi.
Ancak bunlar beklemek zorunda kalacaktı. Yeni bir baş dönmesi dalgası üstünden geçtiğinde dudaklarının açılacak hali kalmamıştı. Karşı koymasına rağmen karanlığa, o ölüm- süzlük uykusuna doğru battı, battı ve battı.
İkinci Bölüm
Kyle Manhattan’ın üzerinden uçarken koltukları hiç ol- madığı kadar kabarıktı. Arkasında emrine amade askeri Sergei uçuyor ve onun arkasından da yol üzerinde ona ka- tılmış olan yüzlerce vampir geliyordu. Artık efsanevi kılıç Kyle’ın elinde olduğuna göre başka lafa hacet yoktu. Doğu Kıyısı’nın tüm kötücül vampirleri havadisi almıştı ve Kyle uçtuğu sırada birçok meclis ona katılma heveslisiydi. Sava- şın yaklaşmakta olduğunu biliyorlardı ve Kyle’ın namı almış yürümüştü. Bu açıkgöz vampirler biliyordu ki o nereye gi- derse gitsin iyilik peşinde olmayacaktı hiç. Hepsi bunun bir parçası olmak istiyordu.
Kyle arkasında büyüyen ordudan dolayı heyecanlandı ve şehrin üzerinden uçarken bir özgüven dalgasıyla doldu. Sergei kılıcı kapıp o Caitlin denen kızı bıçaklamakla iyi etmişti. İşin doğrusu Kyle şaşırmıştı. Daha önce Sergei’de bu cevherin olduğunu hiç düşünmemişti. Onu fazla hafife almıştı ve ödül olarak, iyi bir ortak olacağının farkına vara- rak, onu hayatta tutmaya karar vermişti. Bilhassa Sergei’nin Kralın Mabedi’nden ayrılmalarının hemen ardından kılıcı görevine sadık bir şekilde ona teslim edişinden etkilenmiş-ti. Evet, Sergei yerini biliyordu. Eğer bu tavrını sürdürürse Kyle onu terfi ettirebilir, hatta kendine ait olacak küçük bir bölge bile verebilirdi. Kyle birçok kişinin birçok yönünden nefret ederdi, ne var ki sadakat takdir ettiği şeylerdendi.
Özellikle de kendi insanlarının, Kara Metcezir Meclisi’nin ona yaptıklarından sonra… Binlerce yıllık sadakatinin ardın- dan yüce liderleri Rexius, sanki binlerce yıllık hizmetinin hiçbir anlamı yokmuşçasına Kyle’ı kapı dışarı etmişti. Hem de hepi topu küçük bir hata için! İnsanın aklı almıyordu.
Kyle’ın planı mükemmel işlemişti. Artık kılıç elinde ol- duğuna göre hiçbir şey -tam anlamıyla hiçbir şey- önünde duramazdı. İnsan ırkıyla ve diğer vampir ırklarıyla savaş, ya- kında onun işi olacaktı.
Kyle uçmaya devam ederken Harlem üzerine geldiğinde aşağıya doğru yaklaşıp ayrıntıları görebilmek için vampir görüşünü kullandı. Gülümsemesi genişledi.
Hıyarcıklı vebayı yayması gerçekten işe yaramıştı. Etrafa gürültü ve kargaşa hâkimdi. Şu zavallı küçük insancıklar her yöne koşuşturuyor, tek yönlü yollarda arabalarıyla ters yöne gidiyor, birbirleriyle tartışıyor ve mağazaları yağmalıyorlar- dı. Birçok insanın vebaya yakalandıklarını belli eden kor- kunç yaralarla kaplı olduğunu görebiliyordu. Neredeyse her sokak köşesinde cesetlerin üst üste yığıldığını da görebiliyor- du. Aşağıda kıyamet kopuyordu. Onu daha mutlu edecek başka bir şey yoktu.
Şehirdeki tüm insanların ölmesi ancak birkaç gün alırdı. O noktada Kyle ve adamları kolaylıkla geri kalanlarını silip süpürebilirdi. Daha önce hiç beslenmedikleri gibi beslenir ve sonra da insan ırkının geri kalanını köle yaparlardı.
Yolunun üzerinde kalan tek küçük engel, sadece hayvan- lar üzerinden beslenip geri kalan herkesten daha iyi olduk- larını düşünen şu zavallı Ak Meclis’ti. Evet, yoluna çıkmayı denerlerdi. Fakat kılıcın karşısında duramazlardı. İnsanlarla işi bittikten sonra sıra onları temizlemeye gelecekti.
İlk başta ve hepsinden önemlisi, kendi meclisindeki yerini geri alacaktı. Bunu acımasızca gerçekleştirecekti. Caitlin’in kaçmasına mani olamadığı için aldığı cezayla korkunç kaderine dönüşen ve sertleşmeye başlayan yüzün- deki yaralara uzanıp dokunduğunda Rexius’un onu ceza- landırmakla ölümcül bir hata yaptığını düşündü. Rexius, Kyle’ın yara izlerinin her birinin ceremesini ödeyecekti. Rexius güçlü olmasına güçlüydü, ne var ki artık kılıç elin- deyken Kyle’ın gücü çok daha fazlaydı. Kyle, Rexius kolla- rında can verip bizzat kendisi yeni yüce lider ilan edilme- den rahat etmeyecekti.
Kyle bu düşünce karşısında kocaman gülümsedi. Yüce lider ha! Tüm bu binlerce yılın sonunda. Onun hak ettiği buydu. Bu onun kaderiydi.
Kyle ve adamları Central Park, Midtown, Union Square ve Greenwich Village üzerinden uça uça sonunda Belediye Konağı na vardılar.
Kyle zarif bir şekilde alçalıp toprağa bastı ve şimdi sayıları yüzlerce olan vampir sürüsü onu takip etti. Kyle’ın ordusu inanılamayacak kadar büyümüştü. Ne dönüş ama, diye dü- şündü.
Kyle tam Belediye Konağı’nın girişine doğru yürüyüp ka- pıyı kırarak savaşı başlatacaktı ki göz ucuyla bir şey fark etti, onu huzursuz eden bir şey.
Kyle Brooklyn Köprüsü’nün önündeki curcunaya bak- mak için birkaç blok ötesine zum yaptı. Yüzlerce araba tra- fikte sıkışmış, birbirine girmiş ve köprünün önünde birik- mişti. Hepsi bulundukları yerden çıkmak istiyordu.
Gelgelelim köprü kordonla kapatılmıştı. Makineli tüfek- leri kitlenin üstüne çevrilmiş bir dolu askerin, üzerinde otur- duğu orduya ait tank ve kamyonlar yolu kapamıştı. Hiçbir insanın Manhattan Adası’ndan çıkışına izin verilmiyordu. Ordu salgının yayılmasını istemiyor olmalıydı. Muhtemelen tüm köprüleri ve tünelleri tıkamışlardı.
Bir taraftan bu tam da Kyle’ın istediği şeydi: Tüm insan- lar Manhattan’a kısılıp kaldığında onları daha da kolay öl- dürebileceklerdi. Fakat diğer taraftan bunu kendi gözleriyle görüyor olmak midesini kaldırıyordu.
Otoriteden nefret ederdi, istisnasız her türünden. Bu orduyu da kapsıyordu. Neredeyse bölgeden çıkmak isteyen insan yı- ğınlarına sempati duymaya başlamıştı. Otorite figürleri yoluyla durdurulmaktaydılar. Bu düşünce Kyle’ın tepesini attırdı.