“Tamamen iyileşmedin” dedi. “O çarparak inişin kaza değildi. Herhangi bir vampirin tam gücüne ulaşması zaman alır. Senin durumunda ise bir de kılıçtan aldığın korkunç bir hasar var. Bunun iyileşmesi günler, belki haftalar alabilir. Eğer gelirsen kendine zarar verebilirsin. Savaş sahası şu an bulunabileceğin bir yer değil. Seni burada eğitecekler. Seni bu yüzden buraya getirdim.”
Caleb dönüp balkonun öte yanına geçerken ona yolu gösterdi ve birlikte avluya baktılar.
İşte orada, epey aşağıda, fener ışıklarının altında birbirle- riyle boks yapan, güreşen ve mızrak dövüşü yapan bir dolu vampir vardı.
“Bu küçük ada en iyi meclislerden birine ev sahipliği yapı- yor” dedi Caleb. “Seni içlerine almayı kabul ettiler. Sana öğ- retecekler. Seni eğitecekler. Seni daha güçlü hale getirecekler. Sonrasında, güçlerin tamamen geliştiği, tamamen iyileştiğin zaman seni yanımda savaşırken görmekten onur duyarım. Ne var ki o zamana kadar buna izin veremem. İçine girmek üzere olduğum savaş epey tehlikeli olacak, bir vampir için bile.”
Caitlin’in kaşları çatıldı. Onun böyle bir şey söyleyece- ğinden korkmuştu zaten.
“Ama ya geri dönmezsen?” diye sordu.
“Eğer hayatta kalırsam senin için geri döneceğim. Söz ve- riyorum.”
“İyi de ya hayatta kalmazsan?” diye sordu Caitlin, kelime- leri korka korka ağzından çıkararak.
Caleb dönüp ufka baktı ve derin bir nefes aldı. Gözlerini bulutlara çevirdi ve tek bir kelime etmedi.
İşte Caitlin’in şansı tam buradaydı. Derhâl konuyu de- ğiştirmek istiyordu. O gitmeye kararlıydı, bunu görebiliyor- du; onu durduracak bir şey de yoktu. Ayrıca açıktı ki onu yanında götüremeyecekti. Bir teslimiyet dalgası hissetti ve onun haklı olduğunu anladı: Savaşmak için hazır değildi. İyileşmesi gerekiyordu.
Onu durdurmaya çalışmakla daha fazla zaman harcamak is- temedi. Daha fazla vampirler, savaşlar ya da kılıçlar hakkında ko- nuşmak da istemiyordu. Geriye kalan bu kıymetli zamanı ikisi hakkında konuşarak kullanmak istiyordu. Caitlin ve Caleb. Bir çift olarak ikisi. Gelecekleri. Birbirlerine duydukları aşk. Birbir- lerine olan bağlılıkları. Tam olarak nerede durmaktaydı bunlar?
Daha da önemlisi, birlikte geçirdikleri onca zaman bo- yunca, onunla ilk tanıştığından beri, onun hep elinin altın- da olduğunu düşünmüştü. Bir an olsun duraksayıp, gözle- rinin içine bakıp gerçekten onun için ne kadar derin şeyler hissettiğini söylememişti. Artık bir kadındı ve artık dik du- rup olgun davranma, bir kadın gibi hareket etme zamanının geldiğini hissediyordu. Onun için gerçekten neler hissettiği- ni söylemeliydi. Bunu bilmesi gerekiyordu. Belki o, onu ne kadar sevdiğini seziyor olabilirdi fakat o hiç bu kelimeleri ağzından çıkarmamıştı. Caleb, seni seviyorum. Seni ilk gördü- ğüm andan beri seviyorum. Seni hep seveceğim.
Caleb yavaşça ona doğru döndü.
Caitlin, nihayet, ona düşündüklerini söylemek için ha- zırdı. Fakat tam buna kalkıştığında kelimeler boğazında dü- ğümlendi.
Aynı sırada Caleb ona endişeli bir bakış attı ve konuşmak için ağzını açtı.
“Caitlin, sana söylemem gereken bir şey var…” diye baş- ladı söze.
Ne var ki cümlesini bitirme şansı olmadı.
Birden bir kapı açılma sesi geldi ve Caitlin artık ikisinin yalnız olmadığını anladı.
İkisi birden sesin geldiği yere dönüp gelenin kim olduğu- na baktılar.
Bir şahıstı bu, bir vampirdi. Güzel, gözlerin pasını silen bir yaratıktı; Caitlin’den daha uzun, ince ve yapılıydı; saçları uzun ve dalgalı; gözleri açık yeşildi.
Caitlin onun kim olduğunun farkına varınca kalbi yerin- den çıkacak gibi oldu.
Hayır. Bu olamazdı.
Bu oydu. Sera. Caleb’in eski karısı.
Caitlin onunla Cloisters’da bir kez, kısa bir süreliğine kar- şılaşmıştı. Fakat onu hiç unutmamıştı.
Sera, binlerce yıldır bu gezegen üzerinde duran bir yara- tığın zarafetiyle ve kendinden emin bir şekilde onlara doğru yürüdü. Gözlerini Caitlin’den hiç ayırmayıp yavaşlamadan Caleb’in yanına yürüdü.
Soluk ve güzel olan elini yavaşça Caleb’in omzuna sardı. Caitlin’e doğru bariz küçümseyici bir bakış attı.
“Caleb?” dedi yumuşak bir şekilde, yüzünde hınzır bir gülümseme vardı. “Ona bizden bahsetmedin mi?”
Bu kadarcık söz bile Caitlin’in kalbine sanki bıçak sapla- mışlar gibi hissetmesine yetti.
Beşinci Bölüm
Kazan, Sam’in yüzüne doğru döndüğünde Samantha olanları korkuyla izlemekteydi. Tüm gücüyle mücadele etse de onu tutanların elinden kurtulmak adına yapabileceği bir şey yoktu. Çaresizdi. Sadece orada durmak ve onun so- nunda sevdiği kişiyi yok etmesini izlemek zorundaydı.
Sıvı, Sam’in üstüne doğru akarken Samantha iorik asidin yakmasına sıklıkla eşlik eden o korkunç çığlıkları duymak için kendini hazırlamıştı.
Ne var ki Sam asit şelalesine maruz kalırken tuhaf bir şe- kilde tek bir ses bile çıkarmıyordu.
Acaba onu bu kadar çabuk öldürmüştü de bağırmaya bile şansı olmamış mıydı? Sıvının dökülmesi bittiğinde Sam tek- rardan görünür hale geldi.
Samantha gerçekten afalladı, odadaki diğer vampirler gibi.
O iyiydi. Gözlerini kırpıp etrafa baktı, acı çekmiyordu. Biraz meydan okur bir görüntüsü bile var denilebilirdi.
Bu şey, akıl alacak gibi değildi. Samantha daha önce hiç böylesini görmemişti; sıvıya karşı bağışık olan, insan ya da vampir, herhangi birini görmemişti. Yani, tek bir kişi dı- şında. Şimdi hatırlıyordu. Caitlin, onun kız kardeşi. O da sıvıya bağışık çıkmıştı. Bunun anlamı ne olabilirdi? Acaba genetik bağları olduğu için miydi? Onun saatinin altındaki yazıyı düşündü tekrardan. Gül ve Diken. Acaba hanedan ikisi arasında ayrılıyor muydu? Caitlin acaba “seçilmiş kişi” olmayabilir miydi?
O kişi, acaba Sam miydi?
Caitlin, Sam’den birkaç yaş daha büyüktü ve belki de yaşının gelmesi, belirtilerini ondan daha erken göstermişti. Belki birkaç yıl daha beklemiş olsalardı Sam de bir meleze dönüşme belirtileri gösterecekti.
Nedeni olursa olsun, o açıkça bağışıktı işte; ki bu da onu çok ama çok güçlü kılıyor, aynı zamanda da meclisine karşı büyük bir tehlike haline getiriyordu.
Samantha etrafa bakındı, yüzlerce vampirin olduğu oda- da çıt çıkmıyordu. Hepsi hayretler içinde bakakalmışlardı.
Sam sinirli gözüküyordu. Zincirlerini sürükleye sürükle- ye yüzündeki sıvıyı temizledi. Zincirlerini çekiştirdiyse de onlardan kurtulamadı.
“Biri beni bu lanet olası şeyden kurtarabilir mi?” diye ba- ğırdı.
Sonra olanlar oldu. Birden kapı bam diye açıldı.
Samantha kafasını çevirdiğinde devasa çifte kapıların yere indiğini gördü.
Buna inanamıyordu. İşte tam orada, yanında Sergei ile birlikte yüzü bozuk Kyle dikiliyor ve arkasında da yüzlerce yardakçısı vampir duruyordu.
Hepsi bundan ibaret de değildi. O Kyle’ın elindeydi, yüksekte duruyordu; yani kılıç.
Kyle korkunç bir çığlıkla dosdoğru odanın içine çıl- gınca daldı. Kudurmuş takipçileri de kopardıkları yayga- rayla birlikte hemen peşinden geliyordu. Kargaşa odayı ele geçirdi.
Kyle ve adamları gördükleri her varlığa hunharca saldırır- ken vampirlere karşı vampirler savaşıyordu. Ne var ki Kara Metcezir Meclisi binlerce yıldır savaşın içinde olmuştu ve öyle kolay pes edecek değildi. Rexius’un vampirleri de aynı kararlılıkla cevap verdiler.
Düpedüz bir savaştı bu; dişe diş, vampire karşı vampir. Hiçbir taraf bir adım geri atmıyordu.
Gelgelelim Kyle kendi başına inanılmaz işler çıkarıyor- du. Kılıcı iki eliyle yüksekte tutuyor ve her iki yöne doğru sallıyordu. Gittiği her yerdeki vampirler düşüyordu. Kolları, bacakları, kafaları ayrı taraflara… Kyle tek kişilik bir orduy- du. Binlerce kişilik vampir kalabalığının arasından her birini öldürerek kendine bir yol çiziyordu.