Caleb kollarıyla boynunu ince ve şeffaf bir malzemeyle sarmayı bitirir bitirmez onun yanına geldi. Bir sargı gibi duruyordu; fakat teninin üstüne koyar koymaz yok oluyor gibiydi. Caitlin gerçekten orada bir şey olup olmadığına bile rahatlıkla cevap veremezdi.
“O nedir?”
“Ten sargısı” dedi Caleb, gözleri aşağı bakarken. Kol- larıyla omuzlarını tekrar ve tekrar, dikkatlice sarıyordu. “Güneş ışığına çıkmamızı sağlayan şey bu. Bu olmazsa te- nimiz yanar.” Gözlerini ona çevirdi. “Senin ihtiyacın yok, henüz.”
“İhtiyacın olduğunu nasıl anlarsın?” diye sordu.
“İnan bana” dedi sırıtarak. “Anlarsın.”
Caleb elini cebine götürüp ufak bir göz damlası çıkardıktan sonra her iki gözüne birkaç damla bıraktı. Sonra dönüp ona baktı.
Caitlin’in gözlerinin yandığı aşikar olmalıydı ki Caleb, nazikçe elini alnına götürdü. “Kafanı arkaya yatır” dedi.
Caitlin denileni yaptı.
“Gözlerini aç” dedi.
Caitlin gözlerini açınca Caleb, her iki gözüne birer damla damlattı.
Öyle bir acı verdi ki Caitlin, başını eğip gözlerini kapa- mak zorunda kaldı.
“Ah” dedi gözlerini ovuşturarak. “Eğer bana kızdıysan söylemen yeterliydi.”
Caleb sırıttı. “Üzgünüm. İlk seferde biraz yakar; ama sonra alışırsın. Güneşe duyarlılığın birkaç saniye içinde yok olacak.”
Caitlin gözlerini kırpıştırarak açtı. Nihayet tam olarak aç- tığında gözleri yeniden harika durumdaydı. Caleb haklıydı. Tüm acı uçup gitmişti.
“Birçoğumuz zorunda kalmadıkça hâlâ gün ışığında do- laşmaya çıkmaz. Hepimiz gün ışığında daha zayıfız; ama ba- zen çıkmak zorunda kalırız.”
Ona baktı.
“Hani şu bahsettiğin okul” dedi. “Uzakta mı?”
“Kısa bir yürüyüş mesafesi” dedi onun koluna girip kar- ların içinde yürümeye başlayarak. “Oakville Lisesi. Birkaç hafta öncesine kadar orası benim de okulumdu. Arkadaşla- rımdan bir tanesi Sam’in yerini biliyor olmalı.”
*
Oakville Lisesi tam Caitlin’in hatırladığı gibiydi. Tekrar burada olmak gerçeküstü geliyordu ona. Binaya baktığında sanki kısa bir tatile çıkmış da şimdi normal hayatına geri dönmüş gibi hissetti. Hatta kısa bir süreliğine önceki hafta olan her şeyin sadece manyakça bir rüya olduğuna inandı için için. Tekrardan her şeyin normale döndüğünü, her şeyin tıpkı eskisi gibi olduğunu hayal etti. Bu iyi hissettiriyordu.
Ancak başını çevirip yanında duran Caleb’i gördüğünde hiçbir şeyin normal olmadığını anladı. Buraya gelmesinden daha gerçeküstü olan bir şey varsa o da yanında Caleb ile dönmüş olmasıydı. Eski okuluna kolunda bu yakışıklı mı yakışıklı, 180 santimden daha uzun boylu, geniş ve yapı- lı omuzları olan, tamamen siyah giyinmiş, uzun siyah deri ceketinin boynunu kapayan, yüksek yakalarının üstünden hafif uzun saçlarının süzüldüğü adamla girecekti. Caleb tam da şu popüler genç kız dergilerinden birinin kapağından fır- lamış gibi duruyordu.
Caitlin, diğer kızlar kendisini gördüğünde tepkilerinin ne olacağını hayal etti. Düşündükleri onu gülümsetti. Hiç- bir zaman özel bir popülaritesi olmamış ve hiçbir erkek ona özel bir ihtimam göstermemişti. Adı sanı duyulmamış biri sayılmazdı -bazı iyi arkadaşları olmuştu- fakat hiçbir zaman en popüler grubun ortasında olmuş da değildi. Ortalarda bir yerde olduğunu tahmin ediyordu. Böyleyken bile hep birbirine yapışık dolaşan, koridordan burnu yukarıda bir edayla yürürken kendileri kadar kusursuz olmayan herkesi görmezlikten gelen en popüler kızların birkaçı tarafından hor görüldüğü zamanları anımsıyordu. İşte şimdi, belki dik- katlerini çekerdi.
Caitlin ve Caleb merdivenlerden çıkıp okulun geniş çiftli kapısının içinden geçti. Caitlin saatine baktı: 8:30. Harika. İlk ders neredeyse bitiyor olmalıydı ve birkaç saniye içinde koridorlar insanla dolacaktı. Bu onları daha az göze batar hâle getirirdi. Böylece güvenlik görevlileri ya da koridor kar- tı gibi şeyler hakkında endişelenmesine gerek kalmazdı.
Tam da onu duymuşçasına zil çaldı ve birkaç saniye için- de koridorlar dolmaya başladı.
Oakville’in iyi tarafı, şu berbat New York City lisesinden apayrı bir dünya olmasıydı. Burada koridorlar doluyken bile manevra yapacak bir sürü yer oluyordu. Duvarlarda- ki büyük camlar ışığın ve gökyüzünün içeri sızmasına izin veriyordu ve gittiğiniz her yerde ağaçları görebiliyordunuz. Bu kadarı bile burayı neredeyse özlemesine yetiyordu; ne- redeyse.
Okul artık canına yetmişti. Teknik olarak mezun olması- na sadece birkaç ay kalmış olmasına rağmen son birkaç haf- ta içinde bir sınıfta birkaç ay daha kıçının üstünde oturup resmî bir diploma aldığında öğreneceğinden çok daha fazla şey öğrendiğini hissediyordu. Öğrenmek hoşuna gidiyordu; fakat geriye asla dönmese şimdiki mutluluğundan bir gram eksilmezdi.
Koridorda yürürlerken Caitlin tanıdık yüzler görmek için etrafı taradı. Yanlarından geçenler çoğunlukla ikinci sınıfta- kiler ya da çömezlerdi, eski sınıfından birisini göremiyordu. Ancak yanlarından geçerken kızların suratlarında oluşan ifa- deyi görmek onu şaşırtmıştı: Abartısız oradan geçen her kız Caleb’e bakıyordu. Tek bir kız bile bunu saklama zahmeti- ne girmemişti, hatta gözlerini başka tarafa çeviremiyorlardı. İnanılmazdı. Sanki koridorda kolunda Justin Bieber ile yü- rüyormuş gibiydi.
Caitlin kafasını çevirdiğinde tüm kızların durup hâlâ onla- rı izlediğini gördü. Birçoğu birbirine bir şeyler fısıldıyordu.
Onun bunun farkında olup olmadığını merak ederek gözlerini Caleb’e çevirdi. Fark etmişse bile buna dair hiçbir işaret göstermiyordu, kesinlikle umursamıyormuş gibiydi.
“Caitlin?” dedi şaşkınlığını belli eden bir ses.
Caitlin o tarafa döndüğünde taşınmadan önce arkadaş olduğu kızlardan biri olan Luisa’nın orada durmakta oldu- ğunu gördü.
“Aman Tanrım!” dedi Luisa heyecanla ve sarılmak için kollarını iki yana açtı. Daha Caitlin’in hamle yapmasına fır- sat kalmadan Luisa ona sarılmıştı. Caitlin de karşılık verdi. Tanıdık bir yüz görmek iyi gelmişti.
“Ne oldu sana?” diye sordu Luisa. Her zamanki gibi he- yecanlı bir telaş içinde ve hafif Hispanik aksanıyla konuşu- yordu. Ne de olsa sadece birkaç yıl önce Porto Riko’dan gel- mişti. “Kafam karıştı! Ben senin taşındığını düşünmüştüm! Sana mesaj ve e-posta attım ama hiç cevap vermedin…”
“Özür dilerim” dedi Caitlin. “Telefonumu kaybettim ve bir bilgisayarın karşısına geçmeyeli haftalar…”
Luisa dinlemiyordu. Caleb’i şimdi fark etmişti ve büyü- lenmiş gözlerle ona bakıyordu. Ağzı tam anlamıyla bir karış açıktı.
“Arkadaşın kim?” diye sordu sonunda fısıldayarak. Cait- lin gülümsedi. Daha önce arkadaşını hiç böyle bocalarken görmemişti.
“Luisa, bu Caleb” dedi Caitlin.
“Memnun oldum” dedi Caleb, gülümseyip elini uzatırken.
Luisa bakmayı sürdürdü. Elini sersem bir şekilde yavaşça ileri uzattı. Görünüşe göre dili tutulmuştu. Böyle bir adamı nasıl düşürdüğünü anlayamıyormuşçasına Caitlin’e baktı. Ancak farklı bir şekilde sanki onun kim olduğunu bilmiyor- muş gibi bakıyordu.
“Şey…” dedi Luisa gözleri fal taşı gibi açılarak, “…şey… yani…nerede…yani… ikiniz nasıl tanıştınız?”
Bir anlığına Caitlin nasıl cevap vermesi gerektiğini dü- şündü. Luisa’ya her şeyi anlattığını hayal etti. Bu fikir onu gülümsetti. Kesinlikle işe yaramazdı.
“Bir… konserin ardından tanıştık” dedi Caitlin.
En azından kısmen doğruydu.
“Aman Tanrım, ne konseri? New York’ta mı? Black Eyed Peas mi yoksa?” diye sordu telaşla, “Çok kıskandım! Onları görmek için çıldırıyorum!”
Caitlin, Caleb’i bir rock konserinde hayal edince gülüm- sedi. Nedense onu öyle bir resmin içinde düşünemiyordu artık.