Sonra da kent onların olacaktı. Sadece yerin altı değil ye- rin üstü de… Bu, şehirdeki ve ülkedeki her meclisin aynısını yapması için çağrıda bulunan bir işaret fişeği olacaktı. Birkaç hafta içinde tüm dünya değilse bile tüm Amerika onların olabilirdi. Tüm bunları başlatan kişi de Kyle olacaktı. Vam- pir ırkını yer üstüne çıkaran kişi olarak akılda kalacak kişi o olacaktı.
Tabii geri kalan insanlar için her zaman bir çare düşüne- bilirlerdi. Mesela hayatta kalanları köleleştirip devasa üreme çiftliklerine tıkıştırabilirlerdi. Bu Kyle’ın hoşuna giderdi. Köle insanların semirip tombullaşmasını garanti altına alır ve böylece kendi ırkı beslenmek istediği zaman ellerinde iç- lerinden dilediklerini tercih edebilecekleri, tamamı hazır ve nazır, sonsuz seçeneğe kavuşurlardı. Evet, düzgün beslenir- lerse insanlar iyi köleler ve pek leziz öğünler olurlardı.
Kyle’ın bu düşünceler karşısında salyaları aktı. Önünde muhteşem zamanlar duruyordu.
Hiçbir şey yoluna çıkamazdı; Cloisters’ın altına yuva yap- mış şu lanet Ak Meclis dışında. Evet, onlar yoluna çıkan taş olacaklardı; fakat pek büyük bir tanesi değil. Bir kez şu Caitlin denen melun kızı ve Caleb denen alçak muhbiri bul-duğunda ikisi onu kılıca götüreceklerdi. Ardından Ak Mec- lis savunmasız duruma düşecekti. Yollarında duracak kimse kalmayacaktı.
Kyle avucunun içinden kaçan o küçük aptal kızı düşün- dükçe hiddetle doldu. Onun tarafından resmen aptal yerine konulmuştu.
Wall Street’e döndüğünde oradan geçen iri yarı bir adam karşısından geçme talihsizliğine mazhar oldu. Tam yolları- nın kesiştiği sırada Kyle adama var gücüyle bir omuz attı. Adam birkaç adım geri gidip duvara tosladı.
İyi bir takım elbise giymiş olan bu adam bağırdı, “Hey ahbap, derdin ne senin?”
Kyle küçümseyici gülüşüyle ona baktığında adamın yüz ifa- desi değişti. 195 santimlik boyu, geniş omuzları ve iri hatlarıy- la Kyle meydan okunacak bir adam gibi durmuyordu. Adam oldukça cüsseli olmasına rağmen çabucak arkasını dönüp yü- rümeye devam etti. Yoğurdu üfleyerek yiyordu besbelli.
Adama omuz atmak kendini biraz daha iyi hissettirmiş olsa da Kyle’ın hiddeti hâlâ alev alevdi. O kızı yakalayacaktı ve yavaş yavaş öldürecekti.
Ancak zamanı daha gelmemişti. Önce kafasını toplama- lıydı. Nakliye için limana gitmek gibi yapacak daha önemli işleri vardı.
Evet, derin bir nefes aldı ve tekrar yavaşça gülümsedi. Yü- kün olduğu yere ulaşmasına sadece birkaç blok kalmıştı.
Onun Noel günü bu olacaktı.
Beşinci Bölüm
Sam şiddetli bir baş ağrısıyla uyandı. Gözlerini açtığında ambarın zemininde, samanların üstünde sızmış olduğu-nu fark etti. Soğuktu. Arkadaşlarından hiçbiri önceki gece ateşe odun atma zahmetine girmemişti. Onların da kafası çok iyiydi demek ki.
Daha da kötüsü, oda hâlâ dönüyordu. Sam başını kal- dırdığında ağzında kalmış bir tutam samanı çıkardı ve şa- kaklarında korkunç bir acı hissetti. Garip bir pozisyonda uyuyakaldığı için döndürmeye çalıştığında boynu acıyordu. Gözlerini ovuşturup üstünde kalan örümcek ağlarını temiz- lemeye çalıştıysa da meret pek çabuk temizlenmiyordu. Son gece gerçekten fazla kaçırmıştı. Bongu hatırlıyordu. Sonra bira, sonra viski, sonra yine bira. Kusma molası. Sonra biraz daha ot, rahatlamak için. Sonra tam olarak nerede ve ne za- man olduğunu hatırlayamadığı sızması.
Hem karnı açtı hem midesi bulanıyordu. Sanki bir istif gözleme ve bir düzine yumurta yiyebilirmiş gibiydi; fakat bunu yaptığı saniye kusacağını hissediyordu. Aslında şimdi de hiç kusası yokmuş gibi değildi.
Önceki günden kalma tüm parçaları birleştirmeye çalış- tı. Caitlin’i hatırlıyordu. İşte bunu unutamazdı zaten. Onu mahveden şey gerçekte buydu. Caitlin çıkagelmiş, Jimbo’yu ve köpeğini fena benzetmişti. Vay canına! Bunların hepsi ol- muş muydu gerçekten?
Kafasını çevirdiğinde köpeğin içinden uçup gittiği duvar- daki deliği gördü. Soğuk havanın içeri girdiğini hissettiğinde her şeyin gerçekten olduğuna inandı. Tüm bunlardan ne çı- karacağını bilemiyordu. Caitlin’in yanındaki şu herif kimdi? Adam bir buz hokeyi oyuncusu gibi duruyordu; ama ceset kadar da soluktu. Sanki daha yeni Matrix’ten çıkmış gibiydi. Onun tam olarak kaç yaşında olduğunu da bilemedi. İşin en garip yanı şuydu ki onu bir yerlerden tanıyormuş gibi hissetmişti biraz.
Sam etrafına baktığında tüm arkadaşlarının muhtelif po- zisyonlarda sızdığını ve çoğunun horladığını gördü. Saatini yerden aldı. 11:00’i gösteriyordu. Onlar bir süre daha uyu- yacaklardı.
Sam ambarın karşı tarafına geçip bir şişe su aldı. Tam iç- mek üzereydi ki aşağıya doğru baktı, sigara izmaritleriyle do- luydu. İğrenerek şişeyi bıraktı ve yenisini aramaya koyuldu. Göz ucuyla yerde yarı boş bir sürahi olduğunu gördü. Eline aldı ve yarısını bitirinceye kadar içmeyi bırakmadı.
İşte böylesi daha iyiydi. Boğazı öyle kurumuştu ki! Derin bir nefes aldı ve bir elini şakağının üstüne koydu. Oda hâlâ dönüyordu. İçerisi kokuyordu. Dışarı çıkmalıydı.
Sam karşı tarafa geçip ambarın kapısını açtı. Soğuk sabah havası iyi geldi. Şükür ki bugün hava bulutluydu. Yine de et- raf hâlâ acayip parladığı için gözlerini kısması gerekti; fakat bundan beteri olmaz dedirtecek bir durum yoktu. Yine kar yağıyordu. Harika. Sanki yeterince yokmuş gibi.
Sam eskiden karı, özellikle de karlı günlerde okula gitme- den evde kalabilmeyi severdi. Caitlin ile tepenin başına gi- dip yarım gün boyunca hiç durmadan kaydıkları zamanları hatırlıyordu.
Artık çoğunlukla okula gitmediği için karın bir fark oluş- turması söz konusu değildi. Artık kocaman bir dert yarat- maktan başka bir işe yaramıyordu.
Sam cebine uzanıp yamulmuş bir sigara paketi çıkardı. Bir tanesini dudaklarına koyup yaktı.
Sigara içmemesi gerektiğini biliyordu; ama tüm arkadaş- ları sigara içtiği için onu da zorluyorlardı. Sonunda neden olmasın ki, demişti. Yani daha birkaç hafta önce başlamıştı. Şimdiyse yavaş yavaş hoşuna gitmeye başlıyordu. Daha çok öksürüyor ve ciğerleri canını epey yakıyor olsa da şöyle dü- şünüyordu: Ne çıkar ki? Bunun onu öldüreceğini biliyordu; fakat o kadar uzun yaşayacağını düşünmüyordu zaten. Hiç düşünmemişti. Kafasının gerisinde bir yerlerde, asla yirmisi- ne geleceğine bile inanmamıştı.
Kafasını yeni yeni toplamaya başladığı için tekrardan ön- ceki günü düşündü. Caitlin. Onunla ilgili kötü hissediyor- du, gerçekten kötü. Onu seviyordu. Gerçekten seviyordu. Tüm bu yolu onu görmek için gelmişti. Neden ona babala- rıyla ilgili sorular soruyordu ki? Acaba hayal mi görmüştü?
Buraya geldiğine de inanamıyordu bir türlü. Annesi de- lirince mi kaçtı diye merak ediyordu. Öyle olmalıydı. An- nesinin şu an kafayı yediğine bahse girebilirdi. Muhtemelen ikisinin de izini sürmeye çalışıyordu; ama tekrar düşününce belki de çalışmıyordu. Kimin umurunda ki zaten! Onları oradan oraya o kadar çok sürüklemişti ki…
Ancak Caitlin başkaydı. Ona öyle davranmaması gerekir- di. Daha iyi olmalıydı; ama o sırada kafası çok iyiydi. Hâlâ kendini kötü hissediyordu. O yer artık neresiyse artık içinde bir yerlerin her şeyin normale dönmesini istediğini tahmin ediyordu. Hem elinde Caitlin’den daha normale yakın bir şey de yoktu.
Neden dönmüştü ki? Oakville’e geri mi taşınıyordu yok- sa? Bu harika olurdu. Belki birlikte bir yer bulurlardı. Evet, Sam bunu düşündükçe fikir daha çok hoşuna gitti. Onunla konuşmak istiyordu.
Cebinden telefonunu çıkardığında kırmızı ışığın yanıp sönmekte olduğunu gördü. İkona tıkladığında Caitlin’den yeni bir Facebook mesajı aldığını fark etti. Eski ambardaydı.